KAVRAMLAR NEDEN DEĞİŞTİ?...
ALLAH NE DİYOR? KİME DİYOR? NE ANLAMALIYIZ?...

Bayram Günleri

Bayram esasında dini değil; sosyolojik bir gündür.

Kur’an-ı Kerim’de ne Ramazan Bayramı ne de Kurban Bayramı geçmez.

Bayram kutlamak, bayramları icra etmek, uygulamak sosyolojik bir olaydır.

Yani bayram sadece Müslümanlara mahsus değil; sosyal toplumsal bir olay. Her milletin, her ulusun, yeryüzünde yaşayan bütün halkların çeşitli şekillerde bayramları var ve bunlar da aşağı yukarı birbirine benzer. Yılın belirli günlerinde, belirli olayların olduğu zamanlarda, yüce ve ulu şahsiyetlerin doğduğu, öldüğü günlerde veya baharın gelişinde, yazın bitişinde, çeşitli doğa olaylarının gerçekleştiği zamanlarda halklar çeşitli şekillerde bayramlar, kutlamalar yaparlar. Bu bayramların kimisi 1, kimisi 3, kimisi 4, kimisi 7 gün sürer. Güzel elbiseler giyer, birbirlerinin bayramlarını tebrik ederler. Yer, içer, eğlenirler, küskünler barışır, insanlar bir arada mutlu ve müreffeh birkaç gün geçirmeye çalışırlar.

Ta eski Yunan’dan, Çin kültüründen beri insanlık uygar yaşama, ev, mahalle hayatına geçtiğinden beri bu şekilde günler, geceler olmuştur. Bütün bunları insanların ihtiyaçlara binaen çıkmış sosyolojik günler olarak görmek gerekir.

Ortadoğu’da en son kendisinden önceki dinleri reformu uğratarak yeni, basit, sade, daha evrensel, ritüelleri daha az, daha sokaktaki insana seslenen, daha zayıfın, güçsüzün ve ezilenin yanında duran bir din gelmiştir. Buna İslamiyet denmiştir. İnsanların sosyolojik ihtiyaçları yani yılın belirli günlerinde toplanma ihtiyacı bir şekilde karşılanmıştır. 

Kur’an-ı Kerim’de sadece Cuma toplantısından ve büyük Hac toplantısından bahsedilir. Müslümanlar Cuma günleri, Hristiyanlar Pazar günleri, Yahudiler Cumartesi günleri, Ezidiler Çarşamba günleri, Süryaniler Salı günleri toplanırlardı.  Dinlerin çeşitli şekillerde toplantıları vardı, haftada en az bir gün toplanırlardı. Bir de onların yıllık toplantı yaptıkları ana merkezi bir ziyaretgahları olurdu. İslam’da bu Kabe olmuştur. Orada da yılda da bir defa toplanırlardı. Hatta biraz daha geriye gidecek olursak günlük toplantılar olurdu.

Mesela İslam’daki beş vakit namaz salâtı, beş vakit toplanma demektir. Aslında önceki zamanlarda, İslam’ın ilk doğuş yıllarında sabah ve akşam salâtı şeklinde oluyordu. Yani gün doğarken ve gün batarken toplanıyorlardı. Daha sonra bu giderek üç, daha sonra da beş vakit namaza dönüştü. Ama ilk hali ile ve Kur’an’da geçtiği şekli (namaz vakitleri şeklinde bir şey geçmez) gün doğarken ve batarken toplanmak, salât etmek, yardımlaşma ve dayanışma için toplanmaktan bahseder. Keza haftada bir kez salât için toplanmaktan bahseder. Yani haftada bir gün yardımlaşma, dayanışma, sorunları görüşme ve örgütlenme amacıyla toplanılacaktır. Bu şekilde toplumsal sorunlar giderilecek, zayıflar aranıp bulunacak, güçsüzlere yardım edilecek, düşen ayağa kaldırılacaktır. Ve toplumdaki yaralar sarılacak, meseleler görüşülecektir. Cuma günü toplanmanın amacı da ilk etapta namaz kılmak değil, buydu. Daha sonra bu bütünüyle namaz kılmaya dönüştürüldü ve şu anda camilerde salât edilmemekte ancak namaz kılınmaktadır. Başka da bir şey yapılmamaktadır. Oysa salât edilmesi gerekmektedir.

Bayramlar işte bu salâtın, yardımlaşmanın, dayanışmanın, destekleşmenin, meseleleri görüşmenin, yaraları sarmanın, birbirini arayıp sormanın, küskünleri barıştırmanın, toplumsal barışı sağlamanın, yılda bir kez veya iki kez sağlandığı günler olarak düşünülmüştür. Mesela Ramazan Bayramı bir aylık oruçtan çıktıktan sonra, sabah erkenden şehrin en büyük yerinde buluşarak (camide veya genişçe bir salonda) insanların birbirini tebrik etmesi,

Birbirlerine tebessüm ile bakması, hal hatır sorması, çıkış yardımlaşması sadakayı fıtır, Ramazandan çıktığınızdan dolayı insanların birbirlerine destek olması,

Muhtaçlara destek olunması, birbirleri ile hediyeleşmesi, ihtiyaçtan fazlasını paylaşılması günüdür. Bu nedenle bayramda garip gureba, fakir fukara, kimsesizler ve yalnızlar aranır bulunur. Çünkü bayramlar yalnızlara, gariplere, fakire, fukaraya ve ezilenlere bağışlanmıştır.

O günler de onların aranıp bulunması istenmiştir.

Yılda üç dört gün onları arasak, konuşsak ne olacak? Yılda 1 ay oruç tutulsa ne olacak? Yeryüzünde açlık sorunu mu bitecek? Yılda üç-dört gün bayramda tatlı sözler, güzel dileklerde bulunarak yeryüzündeki ezilenlerin, fakir fukaranın, garip gurebanın sorunu mu çözülecek? Diyebilirsiniz.

Hayır, çözülmeyecek, çözülmesi için yapılmıyor zaten. Bir duyarlılığın, bir farkındalığın, bir bilincin ayakta durması için her yıl, her yıl, her yıl tekrar ediliyor. Çünkü bunu her gün yapsanız hayat yürümez, her gün bayram yapalım derseniz hayatı devam ettiremezsiniz, her gün tatil olması gerekir. Her gün oruç tutarsanız buna dayanamazsınız, her gün fakiri fukarayı bulup onlara gideceğiz derseniz insanlar buna dayanamaz. Ama bunun belirli zamanlarda, Cuma günleri, Kurban’da, Ramazan’da, Muharrem’de sürekli hatırlatılması gerekiyor, bunun farkında, bilincinde olunması gerekiyor.

Hayal bu ya, eğer yeryüzünde hiç aç olmasa, önümüzdeki 100 yıl herhangi bir açlık sorunu ve tehlikesi de görünmese insanların oruç tutmasına bile gerek yok. Fakiri fukarayı aramasına, garip gureba bayramı ilan etmesine gerek yok. Çünkü maksat gerçekleşmiştir. Esas maksat sosyaldir, esas maksat maddidir, manevi değildir. Yani Allah manevi olarak bizden oruç tutsunlar, benim için aç kalsınlar, bakayım ne yapacaklar? Diye izliyor değildir. Oruçta bu maksatla tutuluyor değildir, maddidir. Yani komşuda, öbür mahallede, başka şehirde açlar, muhtaçlar, yoksullar, garipler, fakirler var. Onları niçin ortadan kaldırmıyorsunuz? Bu neden devam edip gidiyor? Sorusu her yıl Ramazan’da bize 1 ay aç bırakılarak, oruç talimi verilerek, bir nevi ceza çektirilerek gösteriliyor. Buna bakan insanların sonraki 1 yılda bu meseleyi çözmüş olmaları gerekiyor. Mesela Ramazan’da 1 ay boyunca aç kalmış insanlar, eğer Ramazan boyunca orucu gerçekten tutmuş ve bayrama ulaşmış olsalar, gelecek yıl Ramazan’a kadar bu ülkedeki açlık sorunu çözülmüş olması gerekir. Ramazan’ın bizden istediği bu. Ama bunu bir din eğlencesine dönüştürdüler, iftar sahur neşesine dönüştürdüler. Yoksulluk ortadan kalkmasa, fakirlik bitmese bile bu bir din eğlencesi olarak devam edip gidiyor. Halbuki bunun asıl maksadı bu değildi.

Bayramda aynı şekildedir. Eğer bayram gerçekten bayram mesajlarında, dile getirilen özlemler, umutlar ve hayallerde geçtiği gibi gerçek anlamında kutlanmış ve uygulanmış olsa, gelecek yıl bayrama kadar bayram mesajlarında ifade edilen hususların yerine gelmiş olması gerekir. Mesela bayramlarda ne diyoruz? Herkese barış dolu, sıhhat ve sağlık dolu, kazasız, belasız günler, mutluluklar, herkesin sevdikleriyle bir arada yaşamalarını, sevenlerin ayrılmamasını, küskünlerin barışmasını dilerim diyoruz. Eğer bayram gerçekten idrak edilmiş olsa, bu temennilerin gelecek bayrama kadar, bu ülkede, bu coğrafyada, bu şehirlerde gerçekleşmiş olması gerekir. Çünkü bu sadece bir temennidir. O zaman küskünlerin barıştırılması gerekir. Bu ne demektir? Herhangi bir meseleden dolayı birbiriyle kavga eden, yıllara sarkacak şekilde devam edip giden herhangi bir sorunun taraflarının bir araya getirilerek çözülmesi ve onun sorun olmaktan çıkarılması gerekir. Küskünlerin barıştırılması bu demektir. Mesela bugün Türkiye’de dindarlarla laikler yıllardır küskünler, aralarında bir sorun var ve bu sorun bir türlü çözülmüyor. Mesela kimi Türklerle, kimi Kürtler küskün, aralarında bir sorun var ve 30 yıldır sürüyor. Bir türlü çözülmüyor ve çözülmeye de yanaşılmıyor. Sonra her bayramda küskünlerin barışılmasından bahsediliyor. Bayram gelince buyurun küskünleri barıştırın, çözüm sürecini başlatın, barış olsun, müzakere olsun. Küskünlerin barışması bu demektir. Bu bir dilek değildir. Bu dileği ifade ediyorsunuz ve bayramdan hemen sonra bu küskünleri bir araya getirip, müzakereleri başlatıp sorunu çözüyorsunuz. Bunun gelecek yıl bayrama kadar halledilmiş bitmiş olması gerekiyor. Gel gör ki ne bayramlar geçti, ne yıllar geçti, ne Ramazanlar geçti, fakat ne küskünler barıştı, ne çatışan taraflar uzlaştı, ne garip gureba, fakir fukaranın yüzü güldü, ne açlık sorunu çözüldü, ne zengin-yoksul arasındaki uçurum sona erdi, ne efendi ile köle arasındaki uçurum ortadan kaldırıldı. Hatta efendilik ve köleliğin kendisi bile kaldırılmadı. Bunların hiç birisi olmadı. Koskoca İslam dünyasında, koskoca Müslüman dünyada, sadece Türkiye’de değil, Arap, İran, Türk dünyasında ne bayramlar geçti ama bunlar bir türlü çözülmedi ve çözülmüyor. Demek ki gerçek anlamda bayram sorun çözmeye başlandığı gündür. Eğer siz bir sorunu çözmeye başlarsanız sorun çözüldükten sonra o sorunun çözüldüğü günü bayram ilan edersiniz.

Mesela İki kabile birbiriyle kavga etmektedir, gün gelir aralarındaki kan davasını biter ve barış sağlanır. Bunun akabinde geniş bir ovada yemekler pilav yedirilir. Ve o güne de Barış Bayramı derler. İşte o gün Barış Bayramı olarak ilan edilir ve gerçek anlamda bayram o gündür. Yoksa her yıl tekrar eden, laf olsun diye demeçler verilen, sureta insanların birbirlerini ziyaret ettiği günler bayram değildir. Sorunların çözüldüğü, küskünlerin barıştığı gün gerçek bayramdır. Bunlar ona vesile olması için bir hatırlatma ve farkın-dalık günlerinden başka bir şey olarak görülmemesi gerekir. Gerçek bayramlara ulaşmak dileğiyle.

 

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol